Çoğu defa hayatta kendimizi yalnız, yapayalnız hissederiz. Birçoğumuz,
çok sıkıldığımız anlarda bile, bir dostumuza telefon açıp da "ocağa
çayı koy, birazdan ailecek size geliyoruz" deme rahatlığına sahip
değiliz. Veya arkadaşımıza "bu akşam yemeğe bize davetlisiniz"
diyemeyiz. Hele hele "yarın akşam yemeğe size geliyoruz" demeği
aklımızın ucundan bile geçirmeyiz. Hayatta karşılaştığımız ferd",
sosyal, meslek" hatta ailev" problemlerimizi, canımızı sıkan bir yığın
olayı, çok içten bir şekilde anlatacak ve bizi çok samim" bir şekilde
dinleyecek, dertlerimizi paylaşacak dostlar arar durur da, fakat bir
türlü bulamayız.
Halbuki büyük kentlerde yaşamaktayız ve belli bir sosyal statüye
sahibiz. Etrafımızda görünüşte bir çok meslektaşımız, arkadaşımız,
dostumuz ve bir yığın yakınımız, akrabamız var. Ama onlarla
münasebetlerimiz hep, bir resmiyet içinde geçer ve daima aramızda geniş
bir mesafe bulunur. Zaman zaman candan bir arkadaşımızın, bir aile
dostumuzun veya her an yanına gidip her şeyimizi anlatabileceğimiz
hürmete layık bir büyüğümüzün olmadığını acı acı fark ederiz.
Bütün bunların sebebi nedir? 21. yüzyıla girerken bir çok problemine
çözüm üreten insan, acaba niçin bu hayat" önemi haiz konuda cidd" bir
mesafe kat edememiştir? Bizi birbirimize karşı bu kadar resm", soğuk ve
mesafeli yapan sebepler nelerdir?
Aslında bütün bu soruların cevapları, bizim insanlarla
münasebetlerimizde, söz ve davranışlarımızda gizlidir. Yani insanları
hayatta bu kadar yalnız hale getiren yine kendileridir. Eğer insanlar,
hayatta öğrendikleri bir çok konu için ayırdıkları zamanın belki yüzde
birini, bu soruların cevaplarını bulmak için harcasalar, bunun
karşılığını hayatları boyunca fazlasıyla görürler ve çok büyük ve
önemli bir problemi çözmüş olurlar.
İnsan" münasebetlerde, insanları birbirlerine yaklaştıran, onları çok
samim" dost, vefakar bir arkadaş, candan bir yoldaş haline getiren
birtakım altın kaideler vardır. İşte biz bu yazımızda bu kaideler
üzerinde durmak istiyoruz.
Birinci Kural:
Arkadaşlarınızı, dostlarınızı, yakınlarınızı, hatta hiç kimseyi tenkit etmeyiniz.
Çünkü insan" münasebetlerde tenkit çok tehlikeli bir kıvılcımdır.
İnsan" münasebetler, dost kazanma gibi konularda dünyaca ünlü Amerikalı
uzman Dale Carnegie bu konuda şunları anlatır:
"Çok gençtim. Yazarları konu alan bir yazı hazırlıyordum. Bazı
yazarlara mektup yazıyor, onlardan cevap alıyordum. Bana gelen
mektupların birinin sonunda şöyle bir not vardı: "Dikte edilmiş fakat
okunmamıştır." Yani mektup birine cümle cümle yazdırılmış fakat
yanlışlık, eksiklik var mı diye okunmamış. Bu mektubu gönderen yazara
çok özendim. Kimbilir ne kadar meşguldü ve şüphesiz ne kadar önemli bir
insandı. Bu nottan öyle etkilendim ki, bir zamanlar Amerikan
edebiyatının ünlüleri arasına girmiş olan Richard Harding Davis'e
yazdığım mektubun sonuna aynı notu ekledim: "Dikte edilmiş fakat
okunmamıştır." Böylece ben de önemli ve çok meşgul birisi olduğumu
anlatmış oluyordum. Davis'ten cevap olarak benim yazdığım mektup geldi.
Davis küçük bir not ekleyerek mektubumu iade ediyordu ve bana
"Terbiyesizlik yolunda kendinizi geçmişsiniz" diyordu.
"Davis tamamen haklıydı. Belki az bile söylüyordu. Fakat neticede bana
hakaret ediyordu ve ben bir insandım. Davis'in bu hareketini, haksız ve
hatalı olan ben olduğum halde, hiçbir zaman affetmedim. Onun ölüm
haberi duyulduğunda pek çok insan üzülürken, benim hissettiğim, itiraf
ederim ki yalnızca yıllar önce işittiğim hakaretin acısıydı.
"İşte siz de ölünceye kadar devam edecek bir kırgınlık meydana getirmek
istiyorsanız, hemen haklı veya haksız acı bir tenkide girişiniz."
İnsan kupkuru bir mantıktan ibaret değildir. İnsan daha çok hiss" bir
yaratıktır. Gururu, nefs" istekleri, peşin hükümleri, doğruluğuna kesin
olarak inandığı dogmaları vardır. İnsanlarla münasebetlerimizde asla
unutmamamız gereken gerçek budur.
Çok tehlikeli bir kıvılcımdır tenkit. Bir kıvılcım, bir barut
fıçısından farksız olan insan gururunu anında infilak ettirebilir. Ve
böylece biz, en kıymetli dostlarımızı, arkadaşlarımızı, yakınlarımızı
kaybedebiliriz.
İnsan" münasebetlerde çok başarılı olan Benjamin Franklin'e başarısının sırrı sorulduğunda bunu şöyle cevaplandırmıştı:
"Her değersiz adam, durmadan tenkit eder. Durmadan şikayet eder.
Durmadan suçlar. Ben hiç kimsenin kusurundan, kötülüğünden bahsetmedim.
Herkesin iyi tarafları vardır. Ben hep o iyi tarafları anlattım. Benim
başarımın en önemli sırrı budur."
Netice olarak, başkalarını suçlamak, tenkit etmek yerine, onları
anlamaya çalışmak, çok daha faydalıdır. İnsanların niçin, hangi
sebeplerle, tenkidini düşündüğümüz şekilde davrandıklarını kavramaya
çalışmalıyız. Bu yol, tenkitten çok daha tesirli ve yapıcıdır. İnsanlar
arasında sarsılmaz bir sevgi, kardeşlik, dostluk, arkadaşlık, hoşgörü,
nezaket ve zerafet olması, insanların birbirini durmadan tenkit
etmesiyle değil, anlamaya çalışmasıyla mümkündür.
İkinci Kural:
İnsanları takdir ediniz, onlara önemli bir kişi olduklarını hissettiriniz, onlara yalana kaçmadan iltifatta bulununuz.
Ünlü düşünür John Dewey, insanlardaki en önemli duygulardan birinin,
önemli olma arzusu olduğunu söyler. Fakat ne yazık ki uyku ve gıda
kadar ihtiyaç olan önemli olma arzusu, uyku ve gıda kadar kolay tatmin
olmaz.
Samim" bir takdiri, iltifatı hangimiz özlemeyiz? Hangimiz bulduğumuz zaman reddederiz.
Yıllar önce çok sevdiğim ticaret adamı bir ağabeyimiz bana, "hocam,
arkadaşlar yanıma geliyorlar, 'ağabey sen şöylesin, sen böylesin' diye
bir yığın takdir edici sözler söyleyip, çok tatlı iltifatlarda
bulunuyorlar. Ben bu arkadaşların bana iltifat ederken saydıkları
vasıfların, özelliklerin bende olmadığını adım gibi biliyorum fakat,
yine de hoşuma gidiyor" dedi. Evet, yapmacık olmayan, samim" bir
takdirden, bir iltifattan hoşlanmayacak kimse yoktur.
Güzel sözler duyma, takdir edilme, önemli, değerli bir insan olma
arzusu; insanın içini kemiren açlıkların, susuzlukların en
şiddetlisidir. Bazı insanlar bu arzuya esir olmadan iradelerini
kullanarak kendi yerlerini bilirler, fakat büyük çoğunlukla insanlar bu
arzunun tuzağına düşüp kendilerine yapılan ve gerçek olmayan abartılmış
iltifatlara mağlup olurlar. Dostlarımızı bu şekilde aldatmaya da
hakkımız yoktur. Onları hakikaten kendilerinde olan güzellikleri için
veya haklarında hüsn-ü zannımız olduğu takdirde, yerinde iltifatlarla
meşru şekilde medh etmeliyiz. Aksi takdirde riya ve dalkavukluk gibi
insana yakışmayan davranışlara girmemiz işten bile değildir.