Bir arkadaş anlattı. geçenlerde Taksim'de yürürken sıkışınca
McDonalds'in tuvaletine girmiş. Tuvaletten sonra elini kolunu sallaya
sallaya restorandan çıkarken elemanlardan biri arkasından seslenmiş:
"Bir gün yemeğe de bekleriz..."
Üstünüze afiyet, o gün biraz mideyi bozmuştum. Ancak aynı gün bir
hastamızı ziyarete gitemem gerekiyordu. Otobüs durağına gittim ve
beklerken wc alarmı çalmaya başladı. sağa sola wc bulmak için baktım.
Az ileride bir pasaj vardı. Orada kesin wc vardır düşüncesiyle başlama
atışını duymuş atletler gibi koşmaya başladım. Pasaja daldım ve orada
dolaşan çaycıdan wc'nin nerede olduğunu sordum. Çaycı iki kat yukarda
sağda olduğunu söylerken ben bir kat çıkmıştım bile. Hemen wc'ye
daldım, ve rahatladıktan sonra derin bir oh çektim. Artık wc'den çıkıp
yarım kalan yolculuğuma devam edebilirdim. Ancak bir sürprizle
karşılaşmıştım. Kapı açılmıyordu. Tüm gücümle kapıyı çektim, yumruklar
tekmeler attım, ama kapının açılmaya hiç niyeti yoktu. Tüm gücümle
bağırmaya başladım. Kimse yok mu orda? yardım edin, kimse yok mu orda?
Bir yandan bağırıyor bir yandan kapıyı yumrukluyordum. Tam yarım saat
geçmişti. Kan ter içinde kalmıştım. Birden yaklaşan ayak sesleri
duydum. Avaz avaz bağırdım. Yardım edin kapı açılmıyor, çıkarın beni
buradan. Kapı açıldı. Karşımdaki, aşağıda bana tuvaletin bulunduğu yeri
tarif eden çaycıydı. Pişmiş kelle gibi sırıtarak, -amma gürültü yaptın
lo,
kafamızı ..ktin be, demez mi. Benim şarteller attı. Bağırmaya başladım.
Koskoca binada bir insan yok mu? Sesimi duyup ta yardım etmeyen
şerefsizdir. Ben merdivenlerden inerken çaycı hala sırıtıyordu.
Şerrrrrrefsiz eşşekoğlueşşek çaycı bozuntusu.
Bir gün bir belediye otobüsünde gidiyordum (yeşil olanlardan yani cep
telefonu ile konuşulması yasak olan otobüs), neyse adamın birinin cep
tel çaldı ve adam konuşmaya başladı belirli bir süre geçtikten sonra
bir bayan adamı uyardı. Lütfen cep telefonunuzu kapatınız diye, adamda
gayet sakin bir şekilde konuştuğu kişiye bu otobüs de cep telefonu ile
konuşmak yasakmış ben telefonu kapatıyorum sen ara dedi... (ve
inanamazsınız otobüsteki herkes yerlere yatmıştı)
Okuldan eve ilerliyordum ve hava da müthiş yağmurluydu bu arada acayip
derecede sıkışmıştım bacaklarımı birbirine dolayıp yürümem bile
faydasızdı ben de dayanamayıp salıverdim zaten yağmur sularıyla
yeterince ıslanmıştım pek bir şey fark etmemişti tamam tamam biliyorum
iğrencim beni anlayabilmen için yaşaman lazım ama itiraf etmeliyim ki
çok rahatlatıcıydı işemek kadar güzel bir şey var mı ya?!
))
Bir gün arkadaşımla biraz alkol aldık daha sonra eve dönüyoruz.
İkimizde de yeterince alkol var dolmuş geldi ve bindik ineceğimiz yere
yaklaşırken ona "durmasını sen söyle ben söyleyemeyeceğim "dedim. Oda
dolmuşçuya "abi müsait bir yerde iner misin" dedi önce dolmuşçu anlamdı
ama daha sonra dolmuştakilere eşlik edip gülmekten kırıldı indikten
sonra arkadaşım hala ne yaptığının farkında değildi ve "ulan neden bana
bu kadar güldüler" diye sormaya devam ediyordu
Bir abimize Bayburt'tan misafir gelen hayrettin isimli dostumuzu
gezdirmekle mükellef olmuştuk. İlk durağımız alışveriş merkezi olan
Gulfstar dı. Daha binanın girişinde kopmuştuk zaten çünkü, otomatik
kapıya gelince Bayburtlu arkadaş ilk falsoyu vermişti "LO BU KAPININ
KOLU YOK "dedi. Tabi biz bunu fırsat bilip biraz gülmek istedik metin
otomatik kapıya yaklaşıp "AÇIL SUSAM AÇIL"dedi. Tabi kapı açılınca
Bayburtlu arkadaş kendinden geçmişti. Metine dönerek "LO METİN SEN
BÜYÜCİMİSİN" dedi. Tabi biz kırılıyoruz. Neyse içeriye girdiğimizde
Bayburtlu kapanmış olan kapıya "AÇIL SUSAM
AÇIL "dedi. Daha sonra metine dönerek "LO METİN BU KAPI AÇILMIYIR"
dedi. Zaten o sırada biz gülmekten paspas şeklini almıştık bile, tabi
güvenlik görevlileri de .
Güzide İstanbul'umuzun meşhur minibüs hatlarından biri ile Kadıköy
semalarına doğru yol alıyorduk. Son durağa geldiğimizde, şehrin
yabancısı olduğu her halinden belli bir zat minibüs şoförüne eğilerek
"Evladım, deniz otobüsleri nereden kalkıyor "diye sordu. Minibüs
şoförümüzün yanıtı ise kısa ve öz oldu 'Sahilden'.
Vakti zamanında Afyon ilimizin Sultandağı belediyesine eğitim vermek
için gittik ve verdik. Yaklaşık 3 hafta eğitimden sonra müşterimizin
artık olayı kavradığını anlayaraktan Bursa'ya döndük. 1 hafta sonra
bizzat 2 hafta bilgisayar eğitimi
verdiğim muhasebe müdürü telefonda idi. Ve sordu -"xxxxx Bey
bilgisayarla çalışırken masam bitti" !! -"Nasıl yani, masa biter mi
yahu" -"vallaha bitti çalışamıyorum" -"peki biz gelip bakacağız"
Haliyle anlam veremedik şikayete. Olay mahalline vardığımızda manzara
su idi: pek maharetli mudur beyimiz mouseyi sağa sürüklerken masanın
sonuna gelmiş ve orda kalmış biraz daha gitse mouse düşecek diye
korkuyor ve öooyle duruyor Mousecuk masanın ucunda.
Anlataçağım anıya inanmayabilirsiniz. Acayip bişiy çünkü. Adını
veremiycem bir arkadaşım (biz Tolga diyelim) Çarkıfelek'te yarışçam
diye kafayı kırmıştı. Eleman arıyo ama aylarca düşüremiyo numarayı.
Neyse bir gün telefon lak diye düşüyo.
Yarışmadan siz kapatın biz sizi program sırasında arıycaz diyolar. Ama
lütfen hattınızı meşgul etmeyin diyolar bir de. Bizimki (tolga)
telefonun başına geçiyo sevinçle beklemeye başlıyo. Bi yandan da tv'de
yarışmayı izliyo. Ha aradı ha arıycaklar bi vaziyet. Tam o sırada
Tolga'nın dedesi kalp kirizi geçirmesin mi? Annesiyle babası hemen
telefona koşuyorlar ambulansı aramak için. Tolga deliriyor. Hayatta
aratmam, programdan arıycaklar diyo. Yavrum ama deden gidecek diyorlar
bir şey olmaz dedeme abartmayın diyo Tolga. Anneyle baba üzerine
gelince mutfaktan bıçağı kapıyo.
Bir elde telefon bir elde bıçak yaklaşırsanız kendimi bıçaklarım diyo.
Sonu acı aslında; dede vefat ediyo. Hastaneye yetiştirilirken son
nefesini veriyo. Daha fenası (Tolga için en azından) yarışmadan da
aramıyorlar.
Saat geç olmuş. Artık okuldan kalkmışız, dolmuşla gelios. Dolmuş bi
pazar mevki-inden geçerken bi amcaya çarpma tehlikesi atlattı. Dolmuşçu
da kafasını pencereden çıkarıp, "Amca lütfen kaldırımdan gider misin?"
diye rica etti ama bizim amca, "Asıl sensin pezevenk. Ben seni kaldırıp
..kerim!" dedi ve tabii biz yerlere yattık. Dolmuşçu tornavidasını
alıp, dolmuştan inip adamın peşinden koşmaya başladı. Devamını
bilmiyorum çünkü biz gülmekten yerlere düşmüştük...
Benim anım değil, Ülkü Tamer'in anısı. Radikalde okudum, süper komik.
Tiyatroları varmış, turnede Malatya'ya gidiyorlar, Oyun sahneleniyor.
İlk gece şehrin büyükbaşları hep ön safta. Ülkü Tamer oyunda kızın
babasını oynuyor, kızını istiyolar vermiyor. Çocuk aşk acısından ölüyor
vs. Halk acayip etkileniyor oyundan ağlayanlar falan. Oyun bitiyor iki
polis geliyor kulise, komserim sizi istiyor diye. Ülkü Tamer de çok
etkilendi tebrik edeçek heralde diye kalkıp gidiyor. Karakola bir
giriyor, ortalık buz gibi. Komiser bizimkini görünce sinirle ayağa
kalkıyor -"Lan sen ne şerefsiz adamsın be arkadaş. Vermedin kızı, bak
ne oldu gül gibi oğlan öldü gitti." Ülkü Tamer "ama efendim, gak guk"
diye açıklayacak oluyor. Komiser "Sus diyor yarın akşam da gelip
izleyecem eğer yine kızını vermezsen hepinizi karakola alıp falakaya
yatırcam lan"
diyor. Ertesi gün Ülkü Tamerler oyunun sonunu değiştirip oynuyolar.
Kızını veriyo oğlana, oyun bombok oluyor ama komiser en ön safta
mutluluk gözyaşları döküyomuş.
Ataköy'de bir arkadaşımda sabahlamıştım. Sabah otobüse bincem ama
mekanı bilmediğim için durağı sorcak birilerini arıyorum. Kimseler
geçmiyo, neyse sonunda bir polis otosu gördüm. Tarif ettiler durağı.
"Şu bakkalı geç ilerle, ağacın ordan sağa kır ordan sola..." Teşekkür
edip yürümeye başladım. Biraz yürümemiştim ki arkadan bir megafon
"oğlum ağacın ordan sola kırsana lan, bak bak bak dinniyomu hiç, hüşş
alooo" Durağı bulana kadar ekip otosu arkamdan bağırıp durdu.
Bir gün düşünceli düşünceli yolda yürürken, birisine küüüüüüüt diye
çarptım. Bu kadarı da yetmiyomuş gibi ona dönerek "afedersiniz" dedim.
meğer çarptığım şey direkmiş. üstelik sabahtan beri beni takip eden
kişiler de "ne salakmış" diyerek peşimi bıraktılar. arkadaşlarıma
anlattım, direkten özür dileyerek benimle dalga geçmeye başladılar. Ne
kadar rezil, siz düşünün artık.
Bir kış günüydü. Evimizin önüdeki kaldırım buz tutmuştu. Sokağın
başından eve giderken düşerek yokuş aşağı kaymaya başladım. O sırada
balkonda olan oğlum aynen şöyle dedi;- baba eve uğramadan nere
gidiyon!!!
Bizim Erzurum'da Teyyo Dede var. Çok büyük yalancıdır ama çok komiktir
yalanları. Neyse bir gün kahvedeler. Teyyo Dede bir av anısı anlatıyo
ama millet tv'deki maça dalmış. Teyyo dede bakıyo ki kimse dinlemiyo
biraz dikkatleri toplayayım diye başlıyor anlatmaya."Sonra baktim
karşıma bir ayi çıkti" Üç beş kişi maçı bırakıp dönüyo Teyyo Dede'ye.
Teyyo Dede biraz daha ilgi çekmek için bi daha sallıyo "sağıma döndüm,
ola o da ne bi dene kurt" Bi beş on kişi daha dönüyo Teyyo Dede'ye. Bi
daha sallıyo "Ola oğlum sola döndüm , bi dene çakkal" Hemen hemen
herkes dönüyo Teyyo Dede'ye: ama yine de bir iki kişi maça bakıyo hala.
Teyyo Dede son bir kez daha sallıyo "arkama döndüm, ola o da ne arkam
uçurum" Herkes merak ediyo. "Ee sonra ne oldu Teyyo Dede?" Teyyo Dede o
kadar yalan uydurdu ya şimdi nasıl çıkcak işin içinden diye merak
ediyolar bizimkiler. Teyyo dede duruyo duruyo. "Ne olacak, ayı beni
yedi" Hahahaha! Millet gülüyo tabi, sonra biri "İyi de Teyyo Dede bu
ayı seni nasıl yemiş yav, sen yaşıyon işte" diyo. Teyyo da herife şöyle
bakıyo "Bırak Allahın sevirsen, sen buna yaşamak mı diirsen?" diyo.
Sultanbeyli'ye Tiyatro gelmiş. İslamcı oyun oynuyorlar elemanlar. Neyse
oyunun bir yerinde rol icabı İsrail askeri kılığına girmiş elemanlar
filistin genci rolündeki gencin kolunu kırıyorlar. Oyunun başından beri
gaza gelen hacı amcalardan biri tam o sahnede daha fazla dayanamayıp
"Tekbiiiir Allahü ekbeeer " diye bağırarak fırlıyor ve ayakkabısını
çıkarıp İsrail askerlerinden birine fırlatıyor. Asker rolündeki herifin
suratı kan içinde kalıyor. Oyun iptal ediliyor ama işin komiği
ayakkabıyı fırlatan hacı amcaya anlatamıyorlar bunun bir oyun olduğunu.
O hala "münafıklar bırakmadınız diğerlerini de devireyim" falan
diyormuş.
Minibüsteyiz, kızın biri bindi minibüse. Kibar olmaya çalışan abuk bir
kız bu. Neyse kapıyı kapatmaya çalışıyor açıp kapatıyor açıp kapatıyor
ama kapı otomatik olduğu için kapanmıyor. En son dayanamadı bu, "şöfer
bey, ay bu kapı kapanmıyo". Dikiz aynasından pis pis kızı gözetleyen
şoför döndü. "yeter bacı iki saattir ...ktin bıraktın kapıyı zaten"
Bi kaç hafta önce tahlil vermek için laboratuardaydım. Neyse hemşire
önce kan aldı ve idrar tahlili için şu beyaz kaplardan verdi neyse
uzatmayayım bide çizgi çekti buraya kadar manasında, dibinde bi yerde
yani benden önceki adamın
çıkmasını bekledim adam bi çıktı idrarı dolduracağı kabı ağzına kadar
doldurmuştu ve idrar yerlere ellerine falan döküldü. Hemşire bu
kadarına gerek olmadığını söyleyince adamın verdiği cevapta koptum
zaten: -başka kap vermediğiniz için hepsini buna doldurmak zorunda
kaldım.
Yeni bir eve taşınmıştık ev daha yeniydi. 5. katta oturuyorduk,
asansörlü bir apartmandı. Annem bankadan eve geliyordu bende balkondan
gördüm onu ve kapının merceğinden seyretmeye başladım. Annem kapıya
gelip ters ters bakmaya başladı. Ve gidip geliyordu koridorda. Ben de
kapıyı açmadım hala seyrediyordum. Zile basmasını bekledim basmadı. Bir
kaç kere gitti geldi koridorda en sonunda dayanamayıp aşağı doğru
inmeye başladı. O sıra kapıyı açtım anne nereye gidiyorsun dedim. Annem
de çok sevinerek den aa orası bizim ev mi dedi. Bende annemin saflığını
bildiğimden dolayı gülmedim normal karşıladım. Sonra bana demesin mi
ben orayı Naime Kartların evi sanmıştım.orda gülmekten yarıldım tabi.
Kapının üstünde Name Card (yani isim kardı ) yazıyordu annem onu Namie
Kart anlamış
)) E annem ne de olsa
yapar böle şeyler.
Ben ve arkadaşım bir gün bir durakta otobüs bekliyoruz. Bundan yaklaşık
5-6 sene evvel. Takım elbiseli, havalı bakışlar atan bir şehir
magandası da yanımızda beklemeye başladı. Bir müddet sonra belinin yan
tarafında değil de ön tarafında kemerinde asılı duran, iğrenç renkte
kılıflı devasa bir cep telefonunu göstere göstere çıkarttı ve başladı
oynamaya. Bu arada da bizi süzüyor hava atacak ya. Birden -şu bizim
Almanya'daki Selma'yı bir arayayım, diye bir cümle sarf etti bize
kibirli bakışlar atarken. Sonra başladı konuşmaya. Biz de düşünüyoruz:
Vay be maganda hakikaten Almanya'yla falan
konuşuyor be. O zamanlar bizde telefon da yok. Hayıflanıyoruz. Bizimki
konuşmayı şova dönüştürüyor. Tam direktifler verdiği sırada pat,
konuştuğuna inandığımız telefon kulağındayken zangır zangır çalmaya
başladı. Bizimki eşekten düşmüş karpuza döndü bir anda. Ne yapacağını
şaşırdı ve ne dese umarsınız: -Yaa bu telefon bozuldu galiba..
iki arkadaş Kadıköy'deyiz ve acilen telefon açmamız gerekiyor. Her
yerde kontürlü telefon aradık. En sonunda bulduk tabi.. Neyse kartı
makineye yolladık. Makinenin ekranında çok doğal bir yazı belirdi. ACİL
ARAMA İÇİN. bunu gören arkadaş durumun verdiği psikoloji ile tuhaf
şeyler sayıklamaya başladı.-oğlum tuşlara hızlı hızlı bas!'acil
aramadığımızı nerden bilecekler!!!! kahkahalarla altıma sıçtım tabi.
Postanedeyiz, taahhütlü mektup atıcaz. Adamın birisi memura Amerika'ya
göndermek üzere bir zarf uzattı. Memurda gayet saf bir bakışla USA
nerenin kazası diye sordu. Herkeste bir kahkaha. Diğer memur
arkadaşının durumu kurtarmak için hemen ekledi. Kız orası Amerika yaw.
Bir gün belediye otobüsündeyim. Durakta teyzenin biri bindi.
Şoföre;"evladım acelem var ama biletim yok" dedi. Şoför ; "bin
teyzecim, sonraki duraktan alırsın, ama önce bir de yolculara sor"
dedi. Bunun üstüne teyze yolculara dönüp; "Pardon, bir sonraki duraktan
bilet alabilir miyim?" diye sordu.